20 Ekim 2010 Çarşamba

hadi bana bir film söyle. ama içinde sen olsun...

"This road will never end. It probably goes all around the world."

Film izlemek, filmlere dahil olmak en iyi şekliyle; film izlerken içinde kendine bir karakter tutanların işi... Film bir korku filmiyse, katilin durumuna göre katil olmak ya da kurban olmak...Hırsız-polis ikileminde ikilemde kalmak...Aşk filmlerinde adama ya da kadına kızmak.Hepsi film izlerken filme dair olabilmekle alakalı... Gerçi her film bunu hak etmiyor, van damme'ın yerinde hissetsen kendini ne olur ki zaten?

:)

İtalikle yazdığım şey "hadi bana bir film söyle, hiç aklından çıkmayanından?" denildiğinde nedense ilk aklıma gelen filmdir. Kesinlikle "top 10" filmlerimden biri değil. Ama garip bir şekilde aklıma ilk geleni. İlk izlediğimde çok ağlamıştım, kimse bu şekilde yaşamayı hak etmiyor, yazık değil mi? iç sesleriyle...Sonrasında ise "aşk" denilen şeyin gerçekten ne kadar yıkıcı olduğunu, çete halinde yaşamanın getirileri ve götürülerini, parası olanın en dandini durumdan bile "hiyoo!" şeklinde sıyrılabileceğini... Kimin içinde "ibnelik" olduğunu asla anlayamayacağım gibi...

Mike ve Scott başroller. Mike aşık, Scott eğlenceli. Mike hep kaybeden, en saf halinde buharlaşıp giden...Scott kaybedip kazanabilen, en tehlikeli haliyle etrafında ne varsa yakabilen... Biri River Phoenix, biri Keanu Reeves. Düşününce bu durum gerçek hayatlarında da böyle oldu.River buharlaşıp giderken, Keanu alevlerini bilerek küllendirdi sonradan başka bir adam yarattı kendinden. İlk başlarda "gay filmi, "kayıp gençlik filmi" olarak etiketlenen bu film aslında tamamen bir "ev ve aşk bulma" öyküsü... Kime ait olduğunu belirleyebilmek, birini çok sevebilmek için çok şey yapabilmek ve düşüp düşüp kalkarken rüyalarda bir dünyanın içinde yaşayabilmenin anlatımı.Bunların hiçbiri bir "ergen çığlığı" değil. Kendini yerine koyunca sokağın ortasında düşüp uyuduğunu ve tecavüze maruz kaldığını düşününce, bu anlamayan için çok karışık bir hikaye.


Sokakta görünce kafamızı çevirdiğimiz, güzel çocuklara-güzel kızlara yazılmış belki de bu film... Güzelliklerini asla göremeyeceğimiz kadar "bulutladığımız" o insanlara...Sokak çocuklarından bahsetmiyorum, bilerek ya da isteyerek, şartları zorlamak yerine kendini ruhundan bağımsız "satmaya" adıyanlardan bahsediyorum. Bir terk edilmiş binanın en tenha köşesinde kadın-erkek fark etmeden birbirlerine sarılıp uyuyan, cinsiyet nedir bir süre sonra ortadan "eli mahkum" kaldıranların hikayesi...Scott karakteri çok gerçekçi değil belki, şehrin en zengin adamlarından birinin oğlunun "isyanı" mantıklı gelmiyor...Uyuşturucu ve asilik için kimse pamuk yatağını bırakmaz gibi geliyor zaman zaman. Kimi zamanda insanın içinde varsa yaparsın diyorsun

Yönetmeni herkesin bir zamanlar çok sevdiği şimdilerde parmak sallayarak adam yerine koymadığı GUS VAN SANT. Çok güzel fotograflar ve renkler yakaladıgı bilinen bu adamın alemet-i farikası bence bu filmdir. Filmin çekiliş aşamasında filmin bir kısmının neredeyse kendi evinde yaşandığını söylemiş ve inanılmaz bir tecrübe olduğunu belirtmiş. Keanu Reeves'in en şahane zamanları ve en iyi oynadığı film. River Phoenix'in ise bize bıraktığı kısıtlı hatıralardan biri... Udo Kier denen adamın salakça dansı var, iki kafadarla toplu halde "film" çekmeden önce...Filmin içinde bambaşka bir renk gerçekten...

Mike'a herkes vurulabilir...Scott herkesin hayatı olabilir....
Mike rüyalarında yaşarken, Scott bulduğu sandığı aşkı resmiyete dökebilir..
Yaşanan her şey unutulur, her şey yarım kalabilir...
Arkadaşlıklar ise yeni yollar bulunana kadar sadece bir diğerine bağlanan köprüdür.


İzlemek lazım...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder